26 Şubat 2014 Çarşamba

İyi Biliyor Olmak, İyi Öğretiyor Olmak Değildir..



Bu benim başımdan geçen bir başarısızlığın hikayesidir :) Genelde insanlar başarı hikayelerini yazarlar. Benim bu konuda bir kaygım olmadığına göre en azından bu olumsuzluktan insanlara faydalı bir iş yapabileceğim düşüncesiyle bu yazıyı kaleme almaya karar verdim.

Ankara Metrosunda Teknik Müdürlükte çalıştığım yıllardı. Saolsun teknik müdürlük personeli arkadaşlarımın (Mühendis bey Ahmet Erşan, Rumeysa hanım, Bayram Demir ve şu an isimlerini hatırlayamadığım arkadaşlar) büyük teveccühleriyle benim kendilerine bilgisayar dersi vermemi istediler. Önceleri pek yanaşmak istemedim ama ısrarlar sonucunda dersi vermeye karar verdim. Öncelikle iş saatinde rutin işlerimizi aksatmadan “Hizmet İçi Eğitim” kapsamında saatimizi belirledik. Derken yazı tahtamızı, bilgisayarımızı vs. hazırladık. Öğrenme istediğimizde optimal seviyede olduğuna göre artık başlayabiliriz.:)

Müfredat olarak daha önce kendim bilgisayar kursunda kullandığım kendi notlarımı kullanarak başladım. Arkadaşlarında isteği bilgisayarı derinlemesine(!) öğrenmekti. Kısacası ben ne biliyorsam onlarda aynısı olsun istiyordu. Burada bir sıkıntı yok. Zira bu bilgiyi vermek isteyen memnun, almak isteyende. Dershane müfredatında biz İşlemci,Hafıza, Anakart, Hard Disk ve diğer çevresel ünitelerin tanıtılması, sonrasında MS-DOS'a girişle başlamıştım. İlk günlerde öğrenci sayım tam olarak şu an sayısını bilmemekle beraber 7-8 kişi vardı. Tabi ben MS-DOS komutlarının güncel olanından olmayanına kadar hepsini atlamadan anlatmaya çalışıyordum. Baktım ki gün gün derse katılan öğrenci sayısı kar suyu gibi ermeye başladı :) 15 gün sonunda tek öğrenciyle baş başa kaldım. Halbuki daha karpuz kesecektik :) 15 gün sonunda inanın daha MS-DOS'u bile bitiremedim, ona yanarım.:)


Sorun ilk olarak herkesin tam olarak ne istediğini bilememesi idi ki öğrenci için normal karşılanacak bir durumdur. İkinci olarak öğreten kişinin sınırlarını bilmemesi, yani gereksiz miadı geçmiş kullanılmayan bilgilerin öğrenciye verilmeye çalışarak hayatta hiç bir zaman neredeyse hiç kullanmayacakları DOS komutlarını öğretmeye çalışmak öğrenim sürecini sabote eden unsurlar olarak sayılabilir. Ben istiyorum ki herkes bilgisayar sistemine benim kadar hakim olsun, öğrenci istiyor ki şakır şakır Windows ve ofis uygulamalarını kullanayım. Bu süreçte öğreten kişi 8 de 6 suçludur. :) Ne yapacak adamlar ömrü hayatı boyunca kaç kişi MS-DOS kullanma gereği hisseder ki? Tabi gerektiğinde sistem yöneticisi ve programcı seviyesinde nadirde olsa kullanımlar olabilir. Ama bu heves etmiş yeni öğrenciye doğrudan doğruya anlatılması gereken bir şey değil. Tabi bunu anlamam yıllar sonra oldu. Sonuçta benim için ve öğrenciler için bir hezimetti.

Peki hiç başarı hikayemiz yokmu Ankara Metrosunda? Elbette var. Metro ya ilk girdiğin günler. 1997 Temmuz ayları. Yeni tanıştığım ofis arkadaşlarım Aynur Artan, Reyhan İpek( Nam-ı diğer Üstad 32.derecen), Hakan Özata (Ne siz sorun ne ben söyleyeyim :D Muziplik onun işi.), Mersinin haylaz çocuğu Serdar Altın :), Kırıkkale'nin bağrından kopmuş ve Dispeçır olma azmiyle hırs yapıp sonunda başarmış kişilik Bayram Çalışkan :) Bu zat-ı muhteremlerle aynı ofisi paylaşmaktayız. Neyse daha sonra hatıralarımızı yazdığım diğer yazılarımda detaylı olarak bahsederim. Sadede gelecek olursak, Ortada o zaman kimselerin çözemediği bir vardiya hazırlama problemi var. İşletme Müdürümüz Ali Çiftçi Amirleri ve Şefleri sıkıştırmakta. Sonuç olarak bu işi Hakan Özata ben yaparım dedi ve “Sonunu düşünen kahraman olamaz” felsefesiyle Tam yetkiyle donatıldı. Ancak bir sorunu vardı, bilgisayar bilgisi daha doğrusu Excel Hesap Tablosu programını kullanmasını bilmiyordu. Benden bu konuda kendisine yardımcı olmamı istedi. Bende elimde gelirse neden olmasın dedim. Akşam vardiyası şeklinde geliyorduk. Yaklaşık 15 gün sürmemiştir, Hakan Özataya herkonuyu sadece bir kere anlattım. İkinci kez bana sormadı bu ne diye? 15 gün sonunda Windows 95 ve MS Excel'i işine yarayacak şekilde kullanmayı artık biliyordu. Ve beklenen devrimi gerçekleştirdi. Metronun vardiya sistemini en verimli bir şekilde çözmeyi başardı. Böylece kendine güveni de iyice pekişmiş oldu.

Şimdi ilk hikayede başarısızlık, ikincide bir başarı var. İkincisindeki başarının sebebi doğrudan hedefe odaklı bir eğitim olmasıydı. Yani Hakan Özat'a bana Excel de şunu nasıl yaparım? Tarzında sorular sordu, ben de sadece o soruları cevapladım, yaptığım sadece buydu. Demek ki iyi biliyor olmak, iyi öğretiyor olmak değilmiş !.Önemli olan öğretimde doğru metodu kullanmakmış.

Bu yazımda ismi geçen tüm arkadaşlarıma saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Görüşmek üzere.

Durali Kiraz.. 26 Şubat 2014.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder