30 Kasım 2014 Pazar
Raspberry Pi üzerinde Rasbian kurulumu Hakkında Püf Noktalar
Yakın zamanlar içerisinde Raspberry Pi ile ilgili çalışma yapmam gerekti. Bir programcı olarak üzerinde yazılım geliştireceğim sistemi hali ile araştırmam gerekmekteydi. Raspberyy pi çok özel bir “bilgisayar”. Hepi topu 35~40 dolar gibi bir paraya 700 MHz bir bilgisayara sahip oluyorsunuz. 5 Dolarda micro sd hafıza kartını da hesaba katarsanız hepsi bu. Böyle bir alet gömülü sistem geliştiriciler için bulunmayacak bir fırsat sayılır.
Ben bu yazı ile Raspbian işletim sistemini en pratik nasıl çalışabilir hale getirebilirsiniz, bunu bu yazımda anlatmaya çalışacağım.
Öncelikle Raspberyy pi klavyesi, mönitörü ve sabit diski olmayan bir bilgisayar anakartı olarak tanımlanabilir. Normal şartlarda kullanılabilmesi için
* HDMI girişine sahip bir Monitör-Televizyon,
* HDMI veri kablosu
* Klavye -USB girişli
* Fare-USB girişli
* Micro-SD Hafıza kartı ( 8GB olabilir )
* Ağ kablosu (min cat 5.E)
Bu donanımlar gerekli. Yazılımlar olarak micro sd kart için disk image yazıcı program ve SD hafıza kartını formatlamak için gereken yazılımlar. Bu gereksinimler sağlandığında Rasbian işletim sistemi kullanılabilir hale gelebilir. Benim sıkıntı yaşadığım nokta HDMI uyumlu mönitör ve kablosu oldu. Çünkü bunlar benim elimde yoktu. İlk etapta bir arkadaşımın bilgisayar dükkanından bu malzemeleri geçici olarak temin edip ilk raspbian yükleme çalışmasını yapmıştım. Ancak başarılı bir girişim olmamıştı. Neyse baktım sürekli HDMI monitör tak çıkar, gel git olayı oluşacak kara kara düşünmeye başladım. Yaptığım araştırmada uzak masaüstü bağlantısı ile Raspberry Pi yi kullanabilme imkanımın olduğunu öğrendim. Ancak xrdp olarak isimlendirilen uzak masaüstü yazılımı raspbian işletim sisteminde varsayılan olarak yüklü gelmiyor. Epey bir debelenmeden sonra ssh protokolü ile tanışma şerefine nail oldum. Kurulu raspbian image dosyasında ssh enable edilmiş vaziyetteymiş. Bunu öğrendikten sonra HDMI monitöre de kablosuna ihtiyacım kalmadı. Çünkü uzaktan konsol bağlantısını bu sayede sağlayabiliyordum. İşte bu herşeyin çözümü oldu diyebilirim.
Öncelikle http://www.raspberrypi.org/downloads/ adresindeki ilk NOOBS install download kısmındaki indirmeyi yapmış ve bu indirmeye göre olan yönergeleri uygulayarak raspbian kurulumunu yapmıştım. Ardından reboot ettiğimde boot kısmı yarıda kaldı ve işletim sistemi tam olarak açılamadı ve çalışmadı. Dolayısıyla hayal kırıklığı yaşadığım ilk nokta burası oldu. Daha sonra alternatif arayışlar içerisine girdiğimde bu sayfanın biraz alt kısmında Raspbian işletim sisteminin kurulmuş hazır image dosyalarının indirme bağlantılarının olduğunu gördüm ve RASPBIAN indirmesini yaptım. Doğru seçim benim için bu oldu.
Sonraki adım Micro SD kartın formatlanması. Bunun için Fat32 formatı atılmalı. SDFormatter isimli windows uygulaması kullanılacağı gibi bu iş linux üzerinde de rahatlıkla yapılabilir.
Sonrasında indirilmiş Raspbian image dosyasının SD karta atılması-yazdırılması gerekmekte. Bunun için Win32DiskImager windows uygulaması kullanılabileceği gibi linux ortamıda dd yazılımıda kullanılarak yapılabilir.
Bu aşamaları hallettiğimize göre artık raspbian çalıştırılabilir. HDMI mönitörünüz varsa bağlar ve enerji bağlantısını bir adaptörle bağlayıp çalıştığını görürsünüz. Ya sizinde benim gibi HDMI monitörünüz yoksa? İşte aşağıdaki kısımda bu şekilde çalışmayı anlatacağım.
Uzak bağlantı sağlamayı ubuntu linux te “ssh” ile gerçekleştireceğiz. Windowsta bu işi “putty” isimli bir yazılımla gerçekleştirebiliriz. Ben ubuntu üzerinde olanı tarif edeceğim. Ama bundan önce raspberry pi bilgisayarını ağ kablosu ile ağa bağlar ve enerjisini verip çalıştırır, ardından da ip adresini alırız. Bunun için windowsta “Advanced IP Scanner” isimli ücretsiz yazılım seçilebilir. Ubuntu üzerinde nmap gibi bir ağ tarayıcı program da bu işi halledebilir. Bu bahsettiğim programlarla ağ üzerinde tarama yapıldığında “Raspberry Pi Fondutaion” şeklinde açıklamaya sahip olan ağ aygıtı bizim Raspberyy Pi aygıtımızdır. Bu IP adresini not alırız.
Şimdi ssh bağlantısını yapabiliriz. Windowsta putty ile yapacaksınız. Ubuntu için Terminal penceresini açarız. IP miz örneğin 192.168.1.35 olsun. Ardından
ssh pi@192.168.1.35
yazıp enterladığımızda bize yes/no şeklinde güvenlik pid bilgisini almak istediğini soracak. Buna biz yes diyip enterlarız. Ardından şifre olarak “raspberry” yazıp enterlarız. Bu şekilde rasbian işletim sistemiyle Konsol bağlantısını sağlamış oluruz. Ayrıntılı bilgi için http://www.raspberrypi.org/documentation/remote-access/ssh/unix.md adresine bakabilirsiniz.
Bu aşamada raspbian işletim sistemini artık kullanabilir durumdayız. Ancak windows alışkanlığı olan kişiler diğer grafiksel işlemler için uzak masaüstü bağlantısının sağlanabilir olması lazım. Bunun için uzak masaüstü yazılımı xrdp kurulumunu yapmalıyız. Bunu için konsolda
sudo apt-get install xrdp
sudo reboot
bu iki adımı uygularız. Bunları yaptıktan sonra raspbian işletim sistemine windows ve linux üzerinden uzak masaüstü bağlantısı sağlayarak Raspberry Pi yi kullanabiliriz. Bundan sonrası size kalmış. Hoşçakalın.
Durali Kiraz
01 Aralık 2014
Etiketler:
Lxde,
Raspberyy Pi,
Raspbian,
Ubuntu,
Windows
23 Ekim 2014 Perşembe
İletişimi Kopuk Müslüman Takvası Çok olan Müslüman Değildir !
Bazen %100 doğruluğuna emin olduğumuz şeylerin 10-20 yıl sonra aslında yanlışın daniskası olduğunu anladığımız çok olmuştur. Yok benim hayatımda böyle bir durum yaşanmadı diyen varsa ona diyecek sözüm eksik yaşadığıdır yada olayları görme bozukluğu vardır. Doksanlı yıllarda Ramazan ayı öncesi müthiş bir telefon trafiği yaşanırdı. Mesele hilal göründümü görünmedimi? Genelde Urfa yöresi civarlarından yada Avustralya gibi uzak yörelerden “Biz hilali gördük oruca başlayın” haberi saat içinde bütün Türkiyede yayılırdı. Beni bu fikre inandıran unsur Diyanet kurumunun güvensizliği idi. Bu güvensizliğe olan tepkinin doğurduğu bir algı oluşumuyla Ramazan öncesi telefon bekleyip oruca başlayan ve Bayram yapan kitle içerisinde dahil olmama sebeptir. Tabi yaşımız 16 lı yaşlar. En azından gaflete düşmemi yaşımın küçüklüğü ile paçayı kurtarma ihtimalim var :) Ancak bu bilimden ve mantıktan yoksun cahiliye işine inanan koca koca adamları kadınları nereye koyacağız? Mesele birşeyi araştırmıyor ve kendimizi dış iletişime kapalı hale getiriyoruz. Sonuçta kulağımıza ne üfürülürse ona inanan beynini kullanmayı devre dışı bırakmış insancıklar haline geliyoruz. Esas konum olmamasına rağmen şu Ramazan meselesini kısaca açıklamam gerekecek. Rahman süresi 5. “Ayette Güneş de ay da kendileri için belirlenen yörüngelerde bir hesaba göre hareket etmektedir.” denilmekte. Bu ayeti aşmanın yolunuda bulmuşlar. Neymiş efendim peygamberimiz “Hilali görün oruç tutun, hilali görün bayram yapın” hadisiyle gözle gözlemleme sonucuyla oruç eylemini gerçekleştirin demiş. Bu hadis sahihdir bunda sıkıntı yok. Ancak bu hadis niye yarım cümle olarak servis ediliyor? İşte bunu kimse farketmiyor. Bu hadisin başında peygamber efendimiz mealen “Bizim (şu anki) toplumumuz içerisinde bu hesapları yapacak alimlerimiz (astronomlarımız) yok. Bunlar olmadığı için hilali görün oruç tutun, hilali görün bayram yapın” demiştir. Fakan ne hikmetse bu hadis ortadan ikiye bölünür ve bu zümrenin işine gelen kısmı servis edilir. Üstüne üstün ben bu ayeti bu fikri savunanlara söylediğimm halde hala yanlışlarında ısrar etmeye devam etmişler, ramazanın başlangıcının hesap ile bilinemeyeceğini savunmuşlardır. Eğer asronomi hesapları yapılamamış olsaydı uzaya teneke bile gönderemezlerdi. Ama gelde anlat cahil kafaya! Beni dinlemiyorsun Allahın ayetini dinle hiç değilse. Velhasıl kelam yıllar önce savunduğumuz şeylerin yıllar sonra yanlış olduğunu biraz araştırp okuyunca ve dış iletişimi kurduğumuz zaman hanyayı konyayı biraz geçte olsa o zaman anlıyoruz.
Bu aralar evinde televizyon bulundurmamayı, gazate okuamamayı, internete zinhar girmemeyi ve sözüm ona dahada üstün takvalıysan radyo bile dinlememeyi iyi Bir şey zanneden zavallılar furyası maalesef mevcut. 5-10 yıl önce bende bu iletişimsizliği iyi Bir şey zannedenlerdendim. Gördükki kazın ayağı öyle değilmiş. Sen dış dünya ile iletişimi tamamen kapattığında sonunda illegal örgütlerin kucağına oturuyorsun sonunda. Çünkü gittiğin sohbet ortamı yada cemaat evleri senin iletişim alıcılarını tek bir kanala göre (kendilerine göre) ayarladıkları için sen onlar ne söylerse beynini kullanmayıda devredışı bıraktığın için sonunda o örgütün adamı olmuşsun haberin yok. Ondan sonrası tabi sana islam diye kendi doktrinlerini, kuran diye kendi hazırladıkları örgüt bildirgelerini yuttururlar. Sonunda bakmışsınki üzerinde canlı b*mba ve güm! Tabi sen aklın sıra şehadet şerbetini içtiğini zannedersin ama öldürdüğüm onlarca müslümanın kanıyla Allah'ın huzuruna varırsın. O zamanda iş işten geçer.
Anneler babalar ! Kendinizi ve çocuklarınızın dış dünya ile iletişimini sakın koparmayın. Çocuklarınız gittiği ortamları kontrol edin. Onlara şüpheci bakış açısıyla doğruyu bulmayı öğretin. Onlara aklını nasıl kullanması gerektiğini öğretin. Onlara gerçek İslamı öğretin. Başkası öğretirse kendine kul yapar evladınızı ve gerçekten dindar bir insan olamaz. Sadece islamın ibadet zevkini kendi emelleri için kullanan şeytanın hizmetçisi olur. Buna şeytanın sağdan yanaşması denir ve en tehlikeli günah şeklide budur.
Sonuç olarak iletişimi koparmanın takva ile alakası yoktur. Şimdi tüm dünya bir köy haline geldi. Tabiki iletişim sayesinde. Ne olup ne bittiğini anında öğrenme şansın var. Fakat sen bu kanalı kullanmazsan Allah dışında birinin kulu olursun. Sakın iletişimini koparma. İletişim çok şey demektir.
Durali Kiraz
23.10.2014
21 Ekim 2014 Salı
Gençler ; Aklınızı başınıza alın. Her sakallı dedeniz deiğildir.

“Yahudiler arasında zâlim, İsâ düşmanı ve Hıristiyan öldüren bir hükümdar vardı. Peygamberlik zamanı ve nöbeti İsa"nındı. Musa devri geçmişti. Öyle olmakla beraber o, Musa"nın; Musa da o"nun ruhu mesâbesindeydi. O şaşı hükümdar Allah yolunda iki demsâz ve hemdem olan Musa ve İsa"yı birbirinden ayrı gördü. Yahudi hükümdar çıfıtlık kini ile o kadar şaşı oldu ki, aman Yâ Rabbî sana sığındık! Ben Musa dininin hâmî ve yardımcısıyım diye yüz binlerce mazlum mümîni öldürdü. Yahudi hükümdarın sapık ve hileci bir veziri vardı ki hile ile suyun üstüne düğüm vururdu. Bu vezir dedi ki, Hıristiyanlar canlarını kurtarmak için dinlerini hükümdardan gizlerler. Onları öldürme ki, öldürmenin faydası yoktur. Din, misk ve öd ağacı değildir ki kokusu olsunda ondan anlaşılsın.
Hükümdar vezire sordu ki o halde ne tedbir alalım? Bu hilenin, bu yalanın –Yani İseviliğin- yayılmasına mâni olmanın çaresi nedir? Tâ ki dünyada Nasrâniliğini ilan eden, yahut gizli din kullanan bir Hıristiyan kalmasın. Vezir dedi ki: Şahım, kulağımı ve elimi kestir ve acı bir hüküm ile burnumu ve dudağımı yardır. Ondan sonra beni darağacının altına getir. O sırada bir şefaatçi çıksın ve senden affımı istesin. Bu işi tellal çağrılan ve kalabalık olan dört yol ağzı bir meydanda yaptır. Ondan sonra beni yanından uzaklaştır ve uzak bir şehre sür ki, Hıristiyanlar arasında şer ve fitne çıkarayım. Gizli olarak diyeyim ki: Ben sırren Hıristiyan"ım. Ey sırların âlimi olan Rabbim sen bilirsin. Şah benim imânıma vâkıf oldu. Yahudilik taassubu dolayısıyla canıma kastetti. Dinimi gizlemek, şahın dinini izhâr etmek istiyordum. Şah esrarımdan koku aldı. Sözlerim onun nezdinde töhmetli tutuldu. Şah bana dedi ki: Senin sözün, içinde iğne bulunan ekmek gibidir. Senin kalbinden benim kalbime pencere vardır. Ben o kalp penceresinden senin halini gördüm. Halini görüp anladığım dedikoduna kulak asmam. Eğer İsa dini yardımcım olmasaydı şah beni çıfıtçasına parçalatacaktı. İsa için canımı feda eder, başımı veririm. Hatta bundan dolayı kendimi yüz bin kere minnettar sayarım. İsa"dan canımı esirgemem, lakin onun dinine dair iyiden iyiye malumatım vardır. O pak dinin birtakım cahiller arasında kalıp ziyana uğrayacağına hayıflanıyorum. Allah"a ve İsa"ya şükür ki biz bu hak dinin rehberi olmuşuz. Yine şükrolsun ki o çıfıttan da çıfıtlıktan da kurtulmuş, Hıristiyanlık zünnarını belimize bağlamışız. Ey insanlar; zaman İsa devridir. O"nun dinine ait esrarı candan gönülden dinleyiniz.
Vezir bu hileyi sayıp dökünce, hükümdarın kalbindeki endişeyi tamamıyla izâle etti. Hükümdar vezirin dediği siyaseti onun hakkında yaptırdı. Ahali ise vezirin cürümü ve cezası karşısında hayran kaldı. Hükümdar veziri, Hıristiyanların bulunduğu memlekete sürdü. O da gittiği yerlerde onları davete başladı. Yavaş yavaş mezhebine girmek suretiyle yüz binlerce Hıristiyan vezirin başına toplandı. Vezir o cemaate İncil"in, zünnarın, namazın esrarını gizlice anlatıyordu. Vezir zâhirde din hükümlerinin vâizi idi. Lâkin batında ve hakîkatte kuşbazların ıslığı ve tuzağı gibiydi. Bundan dolayı ashaptan bazıları, Resûl-i Ekrem (s.a.v.)"den insanı azdıran nefsin hilesine dair malumat isterlerdi... Hıristiyanlar tamamıyla o vezire tabi oldular. Zaten avam insanların taklit kuvveti nedir ki? Vezirin muhabbetini kalplerine ektiler. Kendisini İsa"nın vekili farz ettiler. O vezir hakikatte tek gözlü ve melun bir deccal idi. Ey ni"me"l-mûîn olan Allah; imdâda yetiş!... O alçak vezirin aslı ve mayası haset idi. Onun kulağını ve burnunu batıl yere ve bedava olarak verdi... Vezir gibi halkı sapıtmayı kendine sermaye yapma ve herkesi namazdan, niyazdan ve ibadetten alıkoyma.
O kafir vezir ki din nasihatçisi kılığına girmiş, hile ile bâdem helvasına sarımsak karıştırmıştı. Kuvve-i zaikası olanlar –yani ağzının manevi tadı yerinde bulunanlar- vezirin sözlerindeki lezzet arasında bir de acılık duyuyorlardı. Vezir nükteli sözler söylüyordu. Lakin o sözler, içine zehir karıştırılmış şeker şerbeti gibi idi. Vezirin zahiri kelamı: Hak yolunda gayretli ol diyordu. Zımnen ve fiilen ise rûha atâlet ve miskinlik tavsiye ediyordu... Veziri dinleyenlerden her kim anlayışlı ve zevk sahibi değilse, vezirin sözleri onun boynuna halka gibi geçiyordu. Hükümdardan ayrı olarak vezir altı sene müddetle İsevi"lerin penâhı ve muktedâsı oldu. Halk –yani Hıristiyanlar- dini de, kalbi de ona teslim ettiler, onun emrine ve hükmüne karşı can fedâ edecek dereceye geldiler. Vezir ile hükümdar arasında gizli muhabere oluyordu. Vezirin vaatlerinden hükümdarın kalbi rahatlaşıyordu. Hükümdar ona: Ey benim makbulüm, zamanı geldi. Kalbimdeki endişeyi çabucak gider, diye bir mektup yazdı. Vezir ise “Şahım İsa dinine fitne düşürmek işiyle meşgulüm”, diye cevap gönderdi.
İsa kavminin rabt u zabt hususunda on iki hakimi vardı. Her fırka, ayrı bir beyin tabii idi ve tamahkarlık sevkiyle onun kulu ve kölesi olmuştu. Bu on iki bey ile onların kavmi, o nişanı kötü vezirin itaatine girmiş ve bendesi olmuştu. Hıristiyan beyleriyle tâbîlerin hepsi de vezirin sözlerine kanmışlar, ahvâl ve harekâtına bağlılık göstermişlerdi. Vezir öleceksin demiş olaydı, o beylerden her biri, her an ve saat huzurunda can verirdi. Vezir o beylerden her birinin namına bir tomar tanzim etti ki tomarların hepsi de meslek ve mezhep itibarıyla bambaşka idi. O tomarlardan her birinin hükümleri başka türlü ve biri, başından sonuna diğerine aykırı idi. Tomarın birinde, riyâzet ve açlık yolunu, tövbenin ve günahlardan dönüşün rüknü kılmış. Tomarın birinde demişti ki: Riyâzetin faydası yoktur. Bu yolda cömertlikten başka kurtulacak cihet bulunmaz. Tomarın birinde de demişti ki; senin açlığın da cömertliğin de mağbuduna karşı şirk koşman olur. Gamda olsun, rahatta olsun, tevekkül ve teslimden başka amellerin hepsi hile ve tuzaktan ibarettir. Tomarın birinde demişti ki: Vacip olan hizmettir. Yoksa tevekkül düşüncesi bâis-i töhmettir. Tâ ki o emir ve nehiylerle kendi aczimizi ve Hakk"ın kemâl-i kudretini görüp anlayalım. Tomarın birinde demişti ki: Kendi aczini görme, aklını başına al. Kendinde acz görmek, Allah"ın nimetine küfran göstermektir. Kendi kudretini gör ki bu kudret ondandır. Kendindeki kudreti Allah"ın bir nimeti bil. Tomarın birinde demişti ki: Bu ikisinden –yani kendinde acz ve kudret görmekten- geç. Nazara sığan, görülebilen her ne varsa tevhid yolunda manevi put sayılır. Tomarın birinde demişti ki: Bu mumu söndürme. Çünkü nazar ve istidlâl bu meclisin mumu gibidir. Nazar ve istidlâlden geçersen, vuslat gecesinin yarısında mumu söndürmüş, karanlıkta kalmış olursun. Tomarın birinde demişti ki: Korkma, nazar ve istidlâl mumunu söndür. Yani müessiri bulmak için esere bakmaktan vazgeç ki ona mukabil yüzlerce nur görmüş olasın... Tomarın birinde demişti ki: Allah sana ne vermişse, onu icâd ederken sana şirin kılmıştır. Tomarın birinde demişti ki: Kendi isteğini bırak. Çünkü senin tabiatınca makbûl olan, kötü ve merdûd bir harekettir. Tomarın birinde demişti ki: Allah"ın müyesser kıldığı şeyler –yani icrasını kolaylaştırdığı hareketler- kalbin hayâtı ve rûhun gıdasıdır... Tomarın birinde demişti ki: Kendine bir üstat bul. Haseb ve neseb dolayısıyla âkıbet-i umûra vâkıf olamazsın. Tomarın birinde demişti ki: Üstadı tanıdığın için üstat sensin. Tomarın birinde demişti ki: Bunların hepsi birdir. İki gören şaşı bir zavallıdır. Tomarın birinde demişti ki: Yüz nasıl bir olur? Böyle düşünen delidir. Her biri diğerine zıt bir sözdür. Nasıl olabilir ki biri zehir, öbürü şekerdir?
İsa dininin düşmanı olan o Yahudi vezir bu tarzda ve nevide on iki tomar yazdı... O Yahudi vezir hükümdarı gibi cahil ve gâfil idi. Bunun için kadim ve kabulü zaruri olan bir emr-i ilâhî ile pençeleşmeye kalkıştı. Öyle bir Kâdir-i mutlak uğraşmak istedi ki, bunun gibi yüzlerce âlemi bir dem içinde, yahut bir kün emriyle yokluktan vücûda getirir... O vezir de, onun gibi yüz, hatta yüz bin vezirin de hîlesini Allah, bir kıvılcımla mahveder. Cenab-ı Hak, o Yahudi vezir ve emsâlinin düşündükleri hileleri, mazlumlar hakkında hikmet hâline getirir. Yine zehirli su gibi olan tezvirlerini mağdurları için şerbet derecesine çıkarır... O vezir, kendiliğinden başka bir hile yaptı. Vaazı bıraktı, halvete oturdu. Kırk elli gün kadar halvette oturup müritlerini ayrılık ateşine yaktı. Halk o vezirin hâl u kâli ve zevk u iştiyâkından deli divâne oldu. Müritler ağlayıp vezirin dışarı çıkması için yalvarıyorlardı. O ise halvet hanesinde riyâzat yüzünden iki kat olmuştu. Müritler diyorlardı ki: Sensiz bizim için hidayet nuru yoktur. Yedici bulunmazsa körün hali nasıl olur? İkram ve ihsan etmiş olmak için ve Allah aşkına artık bundan fazla bizi kendinden ayırma. Biz çocuk gibiyiz ki sen de dadımız mesâbesindesin. Terbiye ve irşâd gölgeni başımızdan eksik etme. Vezir dedi ki: Rûhum dostlarımdan uzak değildir. Lakin dışarıya çıkmam için müsaade yoktur. Hıristiyan vezirleri şefaat için, diğerleri de nefislerini kötülemek üzere vezirin yanına geldiler. Dediler ki: Ey kerim olan vezir, biz sensiz, gönlümüzden, dinimizden yetim kalmış olduk. Bizim için bu ne bedbahtlıktır. Sen halvetten çıkmamak için bahane buluyorsun. Bizim ise yüreğimiz yandığı için yüreğimizi çekiyoruz. Biz senin güzel sözlerine alışmış, süt gibi olan hikmetlerini bol bol içmiştik. Allah aşkına olsun bize bu cefayı etme, lutfeyle de halvetten çıkmak için bugünü yarına bırakma. Bu aşıklar sana gönül vermişlerdir. Sen olmayınca delâlete düşeceklerdir. Hepsi de senin firakında karada kalmış balık gibi çırpınıyorlar. Derenin bendini aç da suyu salıver. Ey şu asırda misli bulunmayan, Allah aşkına olsun, halkın feryâdına koş ve imdâda yetiş. Vezir dedi ki: Ey dedikoduya angarye olarak tutulmuş gevezeler, ey vaaz, söz, dil ve kulak arayanlar. Adi bir hissin mevzii bulunan kulağınıza pamuk tıkayınız, bilakis gözünüzdeki his bağını çözüp atınız. Guş-ı sırrın, yâni bâtın kulağının pamuğu bu zahirdeki kulaktır. Bu kulak tıkalı bulunmadıkça manevi kulak sağır demektir. Hissiz, kulaksız ve fikirsiz olun ki irciğ hitabını işitesiniz... Müritlerin hepsi dediler ki: Ey sıvışmak için fırsat arayan hakîm, bu hileyi, bu cefayı bize yapma. Yük taşıyacak hayvana kudretine göre yük vur. Zayıf insanlara da tâkâtleri miktarı iş buyur...Vezir müritlere dedi ki: Delil ve hüccetlerinizi kısa kesiniz. Verdiğim nasihatlere kalbinizde ve ruhunuzda yol veriniz. Ben bu halvethaneden dışarı çıkamam. Çünkü kalp ahvâli ile meşgûlüm. Müritlerin hepsi dediler ki: Ey vezir, sana söylediğimiz sözler, itiraz ve inkar kabilinden değildir. Bizim temennilerimiz, yabancıların sözüne benzemez...
O vezir halvethane dilinden seslendi ki: Ey müritler, malumunuz olsun. İsa bana bütün dost ve akrabadan münferit ol diye haber gönderdi. Yüzünü duvara çevir ve yalnız otur. Hatta kendi varlığından halvet ve inziva et. Bundan sonra konuşma yoktur. Artık benim sözle işim gücüm kalmamıştır. Dostlar, Allahaısmarladık. Ben ölmüşüm ve dördüncü kat feleğe intikal etmişim. Bu intikalim felek-i nârî altında meşakkat çekmemek ve odun gibi yanıp mahvolmamak içindir. Artık dördüncü kat semada İsâ"nın yanında oturacağım. Sonra Hıristiyan beylerini çağırdı. Tenhaca her biriyle görüşüp konuştu. Her birine dedi ki: İsa dininde Hakk"ın vekili ve benim halefim sensin Öbür beyler senin tebğan olacaktır. İsa hepsini senin tabilerin kılmıştır. Serkeşlik edecek beyi yakala, ya öldür, yahut esir et. Lakin ben sağ oldukça şu vasiyeti kimseye söyleme. Ben ölmedikçe de riyâset ve niyâbet talebine kalkışma. İşte bu tomarı ve dîn-i İsa hükümlerini ümmete karşı birer birer ve fesâhatle oku. Beylerden her birine ayrı ayrı olarak Hak dininde senden başka vekil yoktur dedi. Her birini birer birer tazîz ve takdîs etti, ona söylediğini aynen buna da söyledi. Her birine birer tomar verdi ki murâd ve mazmûnları birbirine zıt idi. Eliften ye"ye kadar olan harflerin şekli nasıl muhtelif ise, o tomarların metni de öylece birbirine aykırı idi. Bu tomarın hükmü, diğerinin zıddı idi. Nitekim bu tezadı evvelce beyân etmiştik. Ondan sonra kırk gün kapısını kapadı, kendisini öldürüp varlığından kurtuldu.
Halk vezirin öldüğünü haber alınca mezarının başı mahşere döndü. Halk, saçını sakalını yolarak ve elbisesini yırtarak onun matemine o kadar toplandı ki, Arap"tan, Türk"ten, Rum"dan ve Kürt"ten mürekkep o kalabalığın sayısını ancak Allah biliyordu. Onun mezarının toprağını başlarına saçtılar. Onun derdini kendileri için derman saydılar. O kimseler, vezirin kabri başında bir ay oturup matem ettiler ve gözlerinden kanlı yaşlar akıttılar. Bir ay sonra halk dedi ki: Ey büyükler, beylerden vezirin yerine geçecek kimdir? Ki o vezirin makamında imam ve muktedâ tanıyalım; ve elimizi, eteğimizi onun eline teslim edelim... O muktedanın yani vezirin ölümünden sonra kalktılar ve yerine vekil istediler. O beylerden biri ilerledi. O vefakar kavmin yanına gitti. Dedi ki, işte o zatın vekili, hatta İsa"nın bu zamanda nâibi bendim. İşte bu tomar benim vesikamdır ki ondan sonra niyâbet ve riyâset benim hakkımdır. Diğer bir bey de pusudan çıktı ve ortaya atıldı; o da hilâfet davâsında idi. O da koltuğunun altında bir tomar gösterdi. Bunun üzerine ikisinde de çıfıt gazabı peyda oldu. Diğer beyler de birer birer ve birbirinin arkasından keskin kılıçlar çekerek geldiler. Her birinin elinde kılıç ve tomar vardı. Neticede azgın filler gibi birbirlerine girdiler. Yüz binlerce Hıristiyan maktul düştü. Kesilmiş başlardan tepeler peydâ oldu. Sağdan, soldan kan selleri aktı, havaya dağlar gibi tozlar kalktı. Vezirin ektiği fitne tohumları, o ölülerin başlarına afet olmuştu. Cevizler kırıldı. İçi olanların ölümden sonra temiz ruhu kaldı..
1- Hikayenin kaynağı
Kaynaklarda bu hikayenin, Tefsîr-i Ebu"l-Fütûh-ı Râzî ve Kısâsü"l-Enbiyâ adlı kitapta yer aldığı ve Pîrûz"un Hayâlât"ıyla savaşındaki elini kulağını kesmesinin de bu hikayeye katıldığı belirtilmektedir.[4]
Mevlâna"nın Hıristiyanlarla ilgili anlattığı ilk hikaye, Mesnevî"nin birinci cildinin üçüncü hikayesi olan “Taassup yüzünden Hıristiyanları öldüren Yahudi padişahın hikayesi”dir. Sözünü ettiğimiz hikaye Mesnevî"nin birinci cildinde 321-739. beyitler arasında yer almaktadır:
28 Eylül 2014 Pazar
Ubuntu Grup Tamir İşlemi (Grub2 Repair)
Bir şekilde grub ekranına bir haller olduysa ve işletim sistemlerinizi açılış ekranında göremiyorsanız yapmanız gereken bu alıntı yazıdaki işlemleri uygulamak olmalı. Bu yazı ubuntu 12.10 sürümleri zamanında yazılmasına rağmen ben bunu kubuntu 14.04 kurulum dvd si ile yaptım dolayısıyla tüm ubuntu kurulum dvd leri yapılbileceğini düşünmekteyim. İşte bağlantı :
http://ubuntum.blogspot.com.tr/2012/09/boot-yoneticisi-bozulursa-grub2-tekrar.html
http://ubuntum.blogspot.com.tr/2012/09/boot-yoneticisi-bozulursa-grub2-tekrar.html
29 Mayıs 2014 Perşembe
Ubuntu 14.04 Numix Tema Yüklenmesi ve Unity Tweak Tool Kullanımı
Ubuntu
14.04 varsayılan olarak Ambiance teması ile yüklü gelir. Bunun
yanında Radiance ve High Contrast temaları kullanılabilir
durumdadır. Aslında Ambiance teması gayet hoş. İnsanı
bunaltmıyor. Ancak zamanla değişik temalarda deneyebilirsiniz
ubuntu üzerinde. Bunu bütün ubuntu dağıtımlarında
(Ubuntu,Xubuntu,Lubuntu vs.)yapmanız mümkün. Ben size kendi ubuntu
14.04 üzerinde biraz önce yüklediğim Numix temasını nasıl
yüklediğimi anlatacağım. Olay aslında gayet basit. Ne kadar
basit olursa olsun bir rehberin zararı olmaz değilmi?
Öncelikle
Uçbirim/Terminal/konsol ne diyorsanız adına onu açıyoruz.
Kısayolu Ctr + Alt + T tuş bileşimidir. Uçbirimi açtıktan sonra
şunları yazalım ve her satırı teker teker yazıp enter layalım.
sudo
add-apt-repository ppa:numix/ppa
sudo
apt-get update
sudo
apt-get install numix-gtk-theme numix-icon-theme-circle
sudo
apt-get install numix-wallpaper-notd
Bu
satırları uyguladığımızda Numix temamız yüklenmiş durumda.
Yalnız bu tema seçimi, icon set seçimi için “Unity Tweak Tool”
a ihtiyacımız var. Bunu da isterseniz Ubuntu yazılım Merkezinden
yükleyelim. Arama kısmında arattığınızda hemen gelecektir.
Yükleye tıklayarak işlemi tamamlayalım. Yükleme bittiğinde
Başlatıcıda simgesini göreceksiniz. Hemen tıklayalım. Görünüm
kısmından temayı tıklayalım. Gördüğünüz üzere
kullanılabilir temalar listelenecek. Burada tema isimlerine
tıklayarak pencere ve diğer nesnelerdeki değişimleri anlık
görebilirsiniz. Burada tabiki Numix i seçiyoruz. Sonrasında
simgeler sayfasına geçip zevkimize uygun simge setini de seçiyoruz.
Ben Numix-Circle seçtim. Gayet hoş bir simge seti. İmleç,
Yazıtipleri ve pencere denetimlerini ayarlayabildiğimiz sayfalar
var. Dilerseniz oralarıda kurcalayın, zararı olmaz. Başka bir
yazıda görüşmek üzere hoşçakalın.
Durali
Kiraz
Yazılım
Gelişitirici
duralikiraz.blogspot.com
Kaynak:
24 Mayıs 2014 Cumartesi
Ubuntuda Otomatik Bağlanmayan(mount olmayan) Disklerin otomatik bağlanır hale Getirilmesi
Xubuntuyu
geçenlerde bir arkadaşımın makinasına kurmuştum. Çünkü
windows ortamında bilgisayara takılı aletlerin yarısını
tanımıyor yada çalıştıramıyordu. Ayrıca Windwos Xp de Makine
adeta sürünüyordu. Ayrıca windows virüsleri artık insanı
çileden çıkaracak boyuta ulaştırmışlardı. Neyseki külüstür
makinasını camdan aşağı atmaya karar vermişken Ender abiye
xubuntu kurmayı önerdim. O da kendisini viruslerden kurtarmam kaydı
ile ne yüklersem yükleyim kabul edeceğini söylemişti. Geçen gün
gittim Clevo tipi 1,5 GB Ram bellek 1,7 Ghz tek çekirdek dizüstü
bilgisayarına başarılı bir şekilde Xubuntuyu kurduk. Dikkat edin
başarılı bir şekilde diyorum çünkü şu an elimde Windows XP
Home lisansı ile kurulu gelmiş “Acer TravelMate 233VX”
makinaya hiçbir şekilde hiçbir ubuntu dağıtımını kuramadım.
Ayrıca diğer linux dağımlarınıda yükletmiyor, bilgisayar
takılıp kalıyor. Artık bilgisayar üreticisi nasıl bir kısıtlama
koyduysa sistemine acer kullanıcısını windowsa mahkum etmiş.
Mahkum ettiği bir şey değil, artık xp desteği de yok
bilgisayarlarda. Bunun artık nasıl bir sağlıklı tüketici
hakları kriterine uygun olduğunu siz düşünün. Zavallı Acer
kullanıcı bu bilgisayarında XP dışında bir işletim sistemini
kullanamayacak. Üstüne birde antivirus programının hantallığı
da binince gerisini siz düşünün. Tabi makinayı at çöpe yenisi
al kardeşim denilebilir. Zaten son kullanıcıya yapılmak istenilen
kapitalist tuzakda bu zaten.
Yine
konuyu fazla dağıtmadan esas konumuza dönelim. Ender abinin
külüstür laptopuna Xubuntuyu başarılı bir şekilde kurmuştum.
Teamviewer, skype, libreoffice, adobe flashplugin vs. programlarıda
ubuntu yazılım merkezi aracılığı ile kurduktan sonra ikincil
yedek sürücüsündeki klasörüne rahat erişebilmesi için
masaüstüne kısayol bağlantısını oluşturdum. Fakat bilgisayarı
kapatıp açınca masaüstündeki kısayol bağlantısının geçersiz
olduğu uyarısını alıyoruz. Bilgisayar sahibinden biraz müsaade
isteyerek olayı araştırdım. Gördümki kısayol bağlantısını
oluşturduğumuz klasörün diski işletim sistemine otomatik
bağlanma(mount) işlemini yapmıyor. Belliki varsayılan olarak
işlem yükü binmesin diye bağlantısız(unmount) olarak gözüküyor.
Biraz araştırmadan sonra bu işin çözümünün “pysdm”
isimli programla çözülebileceğini keşfettim. Bu program
sayesinde sisteminize bağlı olan diskleri yönetebiliyorsunuz.
Henüz alfa aşamasında olmasına rağmen program benim işimi
gördü. Zaten yapmak istediğim de sadece otomatik bağlanma(mount)
işlemini yapmaktı. Şimdi basitçe bu işlemini yapılışını
göstermek istiyorum.
Öncelikle
“pysdm_0.4.1-ubuntu3_all.deb” isimli
paketi ubuntu paket depolarından indiriyoruz. Bunu artık wget lemi
yaparsınız yoksa yazılım merkezini mi kullanırsınız bu size
kalmış. Daha sonra Uçbirim(Terminal) ekranını açarak
sudo
dpkg -i
pysdm_0.4.1-ubuntu3_all.deb
yazarak
enterladığımızda parolayı girer ve yüklemeyi yaptırırız.
Yükleme bitiminde
sudo pysdm
yazıp
enterladığımızda artık program kullanıma hazırdır. Karşımıza
çıkan ekranda sol yan tarafta sistemdeki sabit diskler “sda”
grup olarak gözükmektedir. Üzerine tıkladığımızda Sabit
diskler gözükecektir, aşağıdaki ekranda olduğu gibi.
Benim kurduğum
sistemimde sda3 diski yada disk bölümü(partition) diyelim otomatik
olarak sisteme bağlanmıyordu. Bu disk bölümünü (sda3 ü) seçerek ekranın sağ orta tarafında
gördüğünüz Assistant butonuna basılınca aşağıdaki ekranı
elde ettim.
Bu ekranda görüldüğü
üzere “The file system is mounted at boot time” seçeneğini
işaretleyip tamam butonuna bastığımda artık sistemim her
açılışında disk bölümümü otomatik olarak sisteme
bağlayacaktır. Bu şekilde maksat hasıl olmuştur. Başka bir
yazıda görüşmek üzere hoşçakalın.
Durali
Kiraz
Yazılım
Geliştirici
duralikiraz.blogspot.com
Ekleme (03.01.2016) :
Bu paket geliştirilmesi durduğu için bazı ubuntu sürümlerinde kurulumda sıkıntı çıkarabilir. Bunun yerine ubuntu içerisinde bu işi disk işlemlerinden kolayca yapabilmek için aşağıdaki bağlantıda anlatılan yol izlenebilir.
http://www.liberiangeek.net/2013/05/mounting-external-storage-devices-in-ubuntu-13-04-raring-ringtail-is-a-lot-easier-with-disks-tool/
23 Mayıs 2014 Cuma
Ubuntu kurulu Tek disk bölümünün (disk partition) bölünmesi Nasıl Yapılır
Bu
yazıyı yazmama yine bir acı tecrübe vesile oldu. Genelde butür
acı tecrübeleri paylaşıyorum ki insanlar sıkıntı çekmeden işlerini
halledebilsinler. Sizde benim gibi ubuntu kurduğunuz bilgisayarda
işletim sistemi kurulurken yedek dosyalar için ikinci bir disk
bölümü ayırmadıysanız, tüm diski tek bölüm olarak yapıp
işletim sistemini kurduğunuzda sonradan ikinci bölümü oluşturmak
biraz problem olacaktır. Aslında problem demek yanlış olur. Çünkü
Linux tabanlı sistemler veri güvenliğine azami önem veren bir
mantıkla inşa edilmiştir. Bundan dolayı üzerinde işletim
sisteminin kurulduğu ve tek disk olarak kullanımda olan bir disk
üzerinde parçalama işlemi normal şartlarda yapamazsınız. Bunu
yapamadığınız için ubuntu geliştiricilerine kızabilirsiniz :)
Tabiki bu tür durumların ubuntu da her zaman çözümü vardır. En
yakın başvuracağınız adres ubuntu-tr.net sitesi olacaktır.
İngilizce biliyorsanız askubuntu gibi birinci el sitelere başvurup
sorunuza anında yanıt alabilirsiniz.
Benim
çözümüme gelince. Öncelikle Hiren's Boot Cd yi bilgisayarınıza
indiriniz.(iso dosyası lazım bize). Eğer başlatılabilir bir cd
ye oluşturacaksanız hiren boot cd yi zaten zip dosyasının içinde
kalıbı cdye yazdırma programı var. Ancak benim külüstür Makine
gibi dvd rom çalışmıyorsa bu aşamadan sonra anlatacaklarıma
kulak verin. Sonrasında önceki yazılarımda anlattığım
“Universal USB Installer” programını çalıştırınız. Bu
program usb diskimizie hiren's boot cd iso dosyasını yazdırmamız
ve başlatılabilir usb disk oluşturmamız için gerekli.
Seçimlerimizi Hiren's boot cd için yukarıdaki gibi yapıyoruz. Create butonuna bastığımızda istediğimiz başlatılabilir USB hiren's boot cd yapılmış oluyor. Bundan sonraki aşama ise USB yi başlatılabilir olarak bios dan ayarlamak ve bilgisayarı usb den başlatmak. Bu başlatma kısmında ise disk tool kısmından linux modunda başlatılmalı. Yani Açılış ekranı geldiğinde “Linux Based rescue environment (Parted Magic 2012-10-10)” seçilmeli. Sonrasındaki “Start language (us)” kısmı geldiğinde Enter yapıp devam edin.
Yukarıdaki
seçimin sonucunda sistem açıldığında aşağıdaki görüntü
oluşur.
Yukarıdaki
ekranda gördüğünüz “Partition Editor” çift tıkladığınızda
artık ubuntu ortamındaki kısıtlama olmadan disk yönetiminizi
rahatlıkla yapabilirsiniz. Başka yazıda görüşmek üzere
Hoşçakalın.
Durali
Kiraz
Yazılım
Geliştirici
duralikiraz.blogspot.com
22 Mayıs 2014 Perşembe
Ubuntu Dağıtımlarında DNS bilgilerinin Kalıcı Olarak Saklanması
Normalde
bu yazıyı okuyupta ubuntu üzerinde böyle sıkıntılı meselenin
çözümü bazen insanı çileden çıkaracak boyuta getirir. Beni de
2-3 saat uğraştıran bir durum olduğu için çözümünü burada
paylaşıyorum ki aynı sıkıntıya düşen arkadaşlar bir nebze
çözüme ulaşabilsinler.
Öncelikle
ubuntu kullanıcıları olarak /etc/resolv.conf dosyası içerisindeki
nameserver 127.0.1.1 bilgisinin örnek olarak nameserver 8.8.8.8
google dns yaptığında aktif açık oturumda şu an yasaklı
youtube gibi sitelere rahatlıkla girebilirler. Ancak bilgisayarını
kapatıp açtığında /etc/resolv.conf dosyasında her şeyin eski
haline geldiğini görmeleri pek de uzun sürmeyecektir. Benim şu an
itibariyle bu dosyadaki bilgileri kalıcı kılmak adına yapmadığım
maymunluk kalmadı. İşin ilginci askubuntu, ubuntu-tr gibi
sitelerde bu işe ne hikmetse (galiba gökten inme vahiy bu dosyanın
değiştirilemezliği !) bir çare yok. En akıllıca önerilerden
biri sistem açılışında bu resolv.conf dosyasını değiştiren
bir betiğin yazılması önerisi olmuş. :)
Bu
kadar göz korkutucu bilgiden sonra basit çözüme gidiyoruz, merak
buyurmayınız. Sorunu çözmek için tek çözüm yolu bu dosyayı
değiştirmek değil arkadaşlar. Diğer çözüm yoluda
http://webcodez.blogspot.com.tr/2008/12/ubuntu-dns-adresini-deitirmek.html
adresinde belirtildiği gibi network bağlantınızı düzenlemek.
Sağ üst köşedeki ağ bağlantı simgesini tıkladığınızda
(ubuntu 14.04 de göre) açılan listenin en altında “Bağlantıları
Düzenle” ye tıkladığınızda aşağıdaki görüntü gelir.
Bu
ekranda Düzenle butonuna bastığınızda Aşağıdaki ekranı elde
edeceksiniz.
Yukardaki
ekranı aşağıdaki şekile göre (örnek olarak google dns
verilmiştir) düzenleyiniz.
Kaydet
butonuna tıkladığınızda artık ağ bağlantınız bu seçili dns
leri kullanacaktır. Ben bilgilerin kalıcılığını test etmek
için bigisayarı açıp kapattım. Sizde deneyin. Gördüğünüz
üzere bilgiler kalıcı hale gelmiştir. Başka yazıda görüşmek
üzere hoşçakalın.
Durali
Kiraz
Yazılım
Geliştirici
duralikiraz.blogspot.com
20 Mayıs 2014 Salı
Açılabilir USB Disk Oluşturma Programı - Universal USB Installer
Bugün eski P-4
bilgisayarımı Yükseltme(upgrade) yaptım. Üstelik bu yeni
makinanın usb den boot etme özelliği de var :) Bilemezsiniz nasıl
çocuklar gibi şen vaziyetteyim. Üstelik birde Xubuntu kuruyorum ki
sormayın gitsin. (Eski makinanın ne kadar vahim durumda olduğunu
siz düşünün :) Dün Sentinel bilgisayar firmasındaki kardeşim
Fatih ile yaptığım görüşmede hurda makinalardan bir şey varmı
diye sormuştum. O da sağolsun abi gel birşeyler bakalım dedi.
Velhasıl kelam benim eski bilgisayarı bir tarafa, fatihin
çıkarttığı hurdayı bir tarafa koyduk. Benim hurda dan ekran
kartını, sabit diski ve özel çift Cpu fan sistemini aldık. Diğer
hurda dan çıkan kasaya montajını yaptık. Daha doğrusu Fatih
yaptı. Yeni kasanın usb çıkışlarının çokluğu, SATA veriyolu
portunun olması gibi avantajlarını değerlendirmeye karar verdik.
Büyük bir uğraştan sonra elde daha işlevsel bir kasa oluştu.
Satmaya kalksan kimse beş kuruş vermez o ayrı ama benim için yeni
bir bilgisayar gibi oldu sanki :) DVD-RW aygıtı benim eski hurdadan
çıktığı için cd leri çalıştırıp daha doğrusu boot edip,
DVD media bootlarda sıkıntı çıkardı. Bir an için Xubuntu
kuramayacağımı, bunun için 50 TL daha ödeyip Sata DVD almam
gerektiğini düşünürken bir an için bios da usb den boot etme
özelliğinin olup olmadığına bakmak geldi. Baktığımda var
olduğunu gördüm. Hemen boş bir flash disk aramaya koyuldum.
Elimde 16 GB lık var amma yarısından fazlası dolu. Şimdiki
olayımızda usb flash diski boot edilebilir bir disk haline
dönüştürme işi.
Boot media
oluşturma için internette baktığımda ilk aklıma gelen zaten
boot edilebilir xubuntu iso uzantılı image dosyasını “iso to
usb” programıyla usb ye yazmak geldi. İndirip çalıştırdığımda
bu programın sadece boot edilebilir windows işletim sistemleri
yapılabileceği gibi bir not düşünce yeni arayışlara da
giriştim. Üstelik bu program iso atılacak flash diski tamamen
formatlayarak iş yapıyordu. Ben her şeye rağmen flash diskimdeki
dosyaları bilgisayarımın D:Depo sürücüsüne yedekledim. Yeni
bir program ararken bu iş için “Universal USB Installer”
programını gördüm. Anlatılan tanıtım yazısında açılabilir
linux usb flash disklerini oluşturabileceği yazıyordu. Daha
doğrusu bu programın Step 1 kısmındaki açılır kutuya
tıklarsanız aşağıya doğru neredeyse windowstan her türlü
linux dağıtımına kadar ne kadar işletim sistemi varsa
desteklediğini göreceksiniz.
Sonuç olarak
yukardaki ekranda görüldüğü gibi Xubuntu işletim sistemini ve
internetten indirdiğim Xubuntu iso dosyasını ayarladım. Daha
sonra direkt create butonuna tıkladım ve program açılabilir
(bootable) sistemi oluşturup flash diske yazdı. Flash Diski kontrol
ettiğim de bir de ne göreyim. Benim eski dosyalar olduğu gibi
duruyor. Yani mevcut dosyalarımı silmemiş. Kendisine islinux
isimli bir klasör oluşturup benim flash diski açılabilir bir disk
haline olduğu haliyle çevirmiş. Dolayısıyla flash diskimi hem
sistem kurulumu hemde dosya yedekleme aracı olarak kullabiliyor
olmamın mutluluğunu yaşadım. Üstelik ücretsiz olan bu program
ile. İso to usb programında olduğu gibi format atmanıza ,yada
sadece windows işletim sistemleri ile çalışmanıza gerek
kalmıyor. Umarım işinize yaramıştır bu bilgiler. Başka bir
yazıda görüşmek üzere hoşçakalın.
Durali
Kiraz
Yazılım
Geliştirici
duralikiraz.blogspot.com
Etiketler:
Güncelleme-Upgrade,
Linux,
Ubuntu,
Usb,
Windows
11 Mayıs 2014 Pazar
Firebird Veritabanı için Alias Kullanımı ve Lazarus Örneği
Eski
Delphi kullanıcıları hatırlayacaklardır BDE üzerinde Alias
kullanımını. Açıkçası BDE üzerinden paradox ve interbase
kullandığım zamanlar bilinçli veya bilinçsiz alias kullanım
alışkanlığı oluşmuştu. Yıllardır nedense pek kullanma gereği
hissetmedikmi nedir Firebird veritabanında alias kullanmadan
veritabanına erişimi tercih ettim. Galiba kendimizi anlamsız bir
şekilde veritabanına doğrudan yolunu yazarak erişmenin daha
sağlam olduğunu düşündük. Aslında kısmen bu yersiz düşüncenin
doğruluk payı olabilir. Şayet veritabanınız geliştirme
aşamasında sürekli dizin değiştirme gibi bir işleme tabi
tutuluyorsa biraz anlamlı olabilir. Ancak yine de yersiz bir
düşünce.
Alias
kullanımı firebird veritanımıza erişimde bize rahatlık
sağlayacaktır. Verierişim bağlantı nesnelerinde (TIBconnection,
Tdatabase vs.) uzun uzun veritabanı adı yazmak yerine sadece aliası
yazmamız bize büyük bir pratiklik sağlayacaktır. Ayrıca
veritabanımızın sırf fantezi olsun diye yerini değiştirip
duruyorsak sadece “aliases.conf” dosyamızdaki aliasın
veriyolunu değiştirmemiz yeterli olacaktır. Verierişim bağlantı
nesnelerinde sadece alias olarak tanımladığımız kelimeyi
veritabanı yolu + ismi yerine bir kere yazmamız sunucuda yeri zırt
pırt değişsede veritabanı dosyamızın bizim erişimimize bir
zarar vermeyecektir. Dolayısıyla bir ölçüde kararlı erişim
sağlar diyebiliriz. Bu işin nasıl yapılacağını örneklemekte
fayda var.
Benim
bilgisayarımdaki örnek firebird veritabanı dosyam
“D:\Components
Delphi\Demo Databaseler\Demodatabase.fbd” şeklinde bulunmakta.
İlk
yapmam gereken bu veritabanı dosyasının uzun yoluna ve ismine
karşılık bir Alias tanımlamak. Bunun için benim firebird 64bit
sunucumun kurulu olduğu (windows için) “C:\Program
Files\Firebird\Firebird_2_5\” dizini içindeki aliases.conf
dosyasına ulaşıp Notepad ile
düzenlemek üzere açarız.
Yukarıda gördüğünüz gibi “DEMODATA” isimli alias'ımı tanımladım. Bu pencereyi kaydet menüsüne tıklayarak kapatalım. Artık uzun veritabanı yolunu ve adını erişmek için yazmama gerek yok. Hadi buna birde Lazarus üzerinden yazacağımı basit verierişimi yapan bir uygulama ile örnek verelim.
Lazarus
formu üzerine bir adet Ibconnection1 isimli bir veri bağlantı
nesnesi ekledim. Bu nesnenin kullanıcı adına 'SYSDBA' ve password
kısmına 'masterkey' verilerini girdim. Connected kısmını true
yaptığımda hata vermeden veritabanına bağlandığını gördüm.
Bu veritabanı benim local (yerel) makinamda olduğu için dikkat
ettiyseniz hostname parametresine hiçbirşey yazmadığım halde
sıkıntı çıkarmadı. Bu veritanının başka bir sunucu üzerinde
konuşlandığı ihtimalini göz önüne alırsak o zamanda hostname
kısmına sunucunun adını yazmamız yeterli olacaktır. Diğer
türlü çalışma anında veritabanı bilgisini girmemiz durumunda
ise yazacağımız şey şu olacaktır:
'Sunucum:DEMODATA'
Diğer
türlü olsaydı dosyanın sunucuda hangi klasörün altında hangi
isimle tutulduğunu bilmemiz gerekecekti. O zaman şöyle yazacaktık
:
'Sunucum:D:\Components
Delphi\Demo Databaseler\DEMODATA.FDB'
Düşününki
veritabanını farklı bir yere farklı bir isimli backup-restore
yaptınız. Şayet alias kullanmıyorsanız yandınız demektir. Bu
durumda bu veritabanına bağlanan tüm client(istemci) makinalarda
yeni veritabanı yolunu ve ismini teker teker düzenlemeniz
gerekecektir. Halbuki alias kullanmış olsanız istemci makinanın o
veritabanın isminin ve yolunun değiştiğinden haberi bile
olmayacaktır. Bir sürü istemcide veritabanı bağlantı
betiğini(scriptini) değiştirmek yerine sadece suncudaki
aliases.conf dosyasında tek satır düzenlemeniz yeterlidir. Umarım
Alias (rumuz) kullanımının faydasını bir nebze olsun
anlatabilmişimidir. “Kolaylaştırınız güçleştirmeyiniz.”
Ek
Not: Bazı internet sitelerinde alias kullanımının performansı
olumsuz yönde etkileyebileceği belirtilmiş. Nadirende olsa alias
kullanımının faydalı olacağı da söylenmiş. Sonuçta deneme
yanılma yapmakta fayda var derim.
Başka
bir yazıda görüşmek üzere Hoşçakalın.
Durali
Kiraz
Yazılım
Geliştirici
duralikiraz.blogspot.com
Etiketler:
Delphi,
Firebird,
Lazarus,
Windows,
Yazılım Geliştirme
4 Mayıs 2014 Pazar
Yazılım Mutfağı -05 (İş Görüşmeleri ve Yapılması Gerekenler)
Bu
yazımızda bir yazılımcının eğer bir yazılım firmasına dahil
olarak çalışmıyorsa yapması gereken işlerden biri olan iş
görüşmelerinden bahsedeceğiz. Bu işin püf noktalarını yine
kitaplarda yazmayan hayat tecrübelerinden sizler için derleyemeye
çalışacağım.
Bir
yazılımın hayat döngüsünü oluşturan unsurları tam olarak
anlatan bir kitaba daha henüz rastlamadım. Son on yıl içerisinde
“Yazılım Mühendisliği” başlığıyla sayısı bir elin on
parmağını geçmeyen eser belki vardır. Bunların en popüler
olanını incelediğimizde ise anlaşılması için “uzaylı
Türkçesi” ni iyi bilen kişilerin anlaması için yazılımış
eserler olduğunu görürüz. Yani hiçbir halt anlaşılmaz.
Metodolojilerden bir başlarsınız ve diğer anlamsız ve faydasız
gereksiz bilgi çöplüğünde bu işin kitabını nasıl anlasamda
bu işi nasıl iyi yapsam endişesiyle kıvranır durursunuz. Batı
bu işi çözmüş. Fakat bizde 1930~1940 lı yıllarda yapılan dil
devrimi (arapça kelime ayıklama, öz hakiki türkçeye dönüş
saçmalığı) gibi faysdasız işlerden dolayı maalesef bir işin
kitabını yazmak ve onu okumak işkence halini almakta.
İngilizce,Almanca, Fransızca vs. diller bilenler bu konuda biraz
daha şanslı olmakta. Çünkü bu dilin sahipleri bizimkiler gibi
saçmalıklar yapmamışlar. Neyse bu konuyu uzatmadan diğer
hususlara geçiyorum.
Öncelikle
öğretim görevlisi Gürhan Ustali arkadaşımın anlattığı şu
anıyı sizlerle paylaşmak istiyorum. Bilirsiniz Türkiyedeki
yazılım konusunda en profesyonel kurumlardan biriside Havelsandır.
Bir üniversite öğrencisine hocası ödev vermiş, git bir yazılım
firması yazılımı nasıl geliştirir? Hangi metodolojileri
kullanır? Hangi iş-süreç vs. çalışmasını yapar diye
öğrencisini doldurup salmış piyasaya. Tabi üniversite öğrencisi
bakar bu işi Türkiyede en profesyonel yapan yer Havelsan, hemen bir
randevu alır ve Yazılım Geliştirmenin başındaki sorumlu kişiyle
görüşmeye gider. Öğrencimiz elinde kağıt kalemiyle yetkili
kişiye sorularını sormaya başlar. İlk sorusu ise “Efendim siz
yazılım geliştirirken en çok hangi metodolojiyi kullanıyorsunuz?”
Adamın cevabı ise ilginçtir; “Kardeşim biz program yazıyoruz
ne metodolijisinden bahsediyorsun sen?”. Zavallı öğrencimiz
aldığı cevapla kuyruğunu kıstığı gibi alır oltasını ve bir
an önce dayak yemeden sıvışır :). Tabi bu anlattığımdan
herşeyin saçmalığı sonucuna varmayınız. Elbette bir UML
tasarım konusu önemli bir konudur. Bunların tabiki öğrenilmesi
lâzım. Ancak en önemli olan şey gerçek hayattaki geçerli olan
şeyleri öğrenmek.
İlk
bilinmesi gereken şey Algoritma. Bir akış planını (Flow-chart)
çizebilmek size çok şeyler katacaktır. Ancak bundan daha önemli
olanı ise bu akış planını kafanızın içinde çizebilmektir.
Yani programı hayal edeceksiniz. UML ile ilgili konularda biraz
kitap okuyun ve pratik yapın. Şekiller çizin. Bir kullanıcı
temsil etmek için bir cin Ali çizin. Kullanıcının yazacağınız
yazılımın hangi modüllerine müdahale ettiğini cin aliden çıkan
oklarla çizerek gösterin. Basbayağı bildiğiniz ve anlayacağınız
karalamaları bol bol yapın. Bunlar size pratik kazandırır. Şimdi
gelelim şu iş görüşmeleri meselesine.
İş
görüşmeleri tüm işi tek başına göğüslemesi gereken
yazılımcının yapması gereken en önemli aktivitelerden biridir.
Öncelikle eğer okuldan yeni mezun oldunuz ve bu işi öğrenme
aşamasındaysanız bilmeniz gereken kural fiyat seçimliliği
yapmadan önünüze gelen basit işler olmak kaydıyla her işi
almak. Zaten yeni biriyseniz size bir tanıdığınız vasıtasıyla
iş ayarlanır ve sizde birşeyler yapmaya çalışırsınız. Bir
aceminin kendi acemiliğini gizlemenin en iyi yolu görsel
tasarıma/makyaja ağırlık vermesidir :) Çünkü program ne kadar
süslü görünürse kullanıcının dikkati pek performansla ilgili
olmayacaktır. Tabi bu da kişiden kişiye değişir. İlk ticari
işiniz size çok şeyler öğretir. Ama bundan sonra bir kuruma iş
görüşmesi için çağrıldığınızda artık profesyonel olmanın
zamanı gelmiştir. Öncelikle bir ajanda ve yazan bir kalem almayı
unutmayın. Kılık kıyafetinizi düzgün seçin. Maalesef
müşterinin ilk bakacağı şey sizin kürkünüzdür. Paçoz
vaziyette çıkmayın. İyi bir karşılma selamlaşma faslından
sonra müşterinizi iyi bir şekilde dinleyin. Onun size derdini
anlatmasına fırsat tanıyın. Adeta bir psikiyatrist olun. Uzunca
bir koltuğa sırt üstü yatırsanızda olur :) (bu kısım
şakaydı). O anlatırken siz elinizde kalem ve kağıtla onun
isteklerini bir taraftan listeleyin. Diğer taraftan da cin ali
şekilleri yani UML çizimlerini kendi anlayacağınız şekilde
çizmeye başlayın. Bu esnada siz müşterinin talebi olan programı
kağıt üzerinde planlıyorsunuz aslında. Müşterinin
anlattıklarından anlamadığınız yerleri detaylandırmasını
isteyin. Size yaptırmak istediği yazılımın tüm detayları belli
olduktan sonra işin son ve can alıcı kısmına gelmiş
bulunmaktasınız. Tabi firma sahibi insanların bütün gününü
size hikaye anlatarak heba edeceğini düşünürseniz yanılırsınız.
Bu da duruma göre değişkendir. Baz müşteri sizden hemen bir
cevap ve fiyat ister. Bunları çok çabuk bir şekilde %90 doğruluğu
olan bir tahminle karar vermelisiniz. Yani yapacağınız yazılıma
kaç saat çalışacaksınız?, Bu iş kaç günde bitecek? Ve ne
kadar paraya malolacak? En pis görüşme şeklide budur. Her şey
görüşme sonundaki 5 dk içinde cevaplanması gerekebilir. Bazen
sonraya bıraktığınızda işi alma şansınız kalmayabilir. Aynı
zamanda işbitirici bir olduğunuzu karşınızdaki insana güven
vererek hissettirmeniz gerekir. Burada yapılacak şey tahmini kaç
saatlik bir çalışma yapacağınızı biraz fazla zaman koyarak
hesaplarsınız. Saatlik geliştirme ücretini atıyorum 10 dolar
koyarsınız. (Çalışma Saati X 10 dolar) + Lisans ücretleri =
Yazılım Fiyatı. En basit formul bu olabilir. Tabi bu örnek olması
açısından söylenen bir formul. Geliştireceğiniz yazılımı
Ücretsiz geliştirme araçları (örneğin lazarus, code block,
zeoslib, firebird) ile yaparsanız müşteriyi lisans ücretlerinden
kurtarırsınız. Şansınız varsa işi kaparsınız.
Bazende
özel istek üzerine çağrılarak gidersiniz. Bu aşamaya
geldiyseniz artık şöhret olmuşsunuz ve methinizi tüm alem
öğrenmiş demektir. Bu şartlarda nazlanma hakkı sizde demektir :)
Böyle bir görüşmeye daha rahat bir ruh haliyle gideceğiniz
malumdur. İstediğiniz kadar ön görüşme yapabilir, dilediğiniz
zaman sonra fiyatınızı verebilirsiniz. Ancak şunu unutmayın,
yapamayacağınız şeylerin sözünü asla vermeyin. Örneğin adam
sizden şirketinde kullanacağı masaüstü bir yazılım
geliştirmenizi isterken daha sonrasında cep telefonuyla da bu
yazılıma bağlanıp raporlar almak isteyebilir. Siz tabi yaparız
abi deyip, sonrasında kullandığınız veritabanı sisteminin cep
telefonu ile erişiminin kaf dağına ulaşmaktan zor bir hâl
aldığını öğrenip, abi bu iş olmuyor derseniz tek kelimeyle
“sıçarsınız”. Tutacağınız sözleri vermeye dikkat
etmelisiniz.
Bazı
iş görüşmeleri de vardır ki çok sevdiğiniz bir arkadaşınızın
hatrına kalkar görüşmeye gidersiniz. Fakat karşı tarafta
sizinle görüşmek için bekleyen kötü niyetli bilgi işlem
ekibiyle karşılaşma ihtimalinizde yok değil. Neden böyle peki?
Bazen bilgi işlem servislerinde çalışan elemanlar aslında hiçbir
halttan anlamayan, o makama torpil ve kayırma ile gelmiş kısacası
bulunduğu yeri hak etmeyen bilgisiz çapsız tipler olabilir. Şayet
bu tiplerin aklında işi vermek istediği başka bir
“mefaatleneceği” yazılım firması varsa ve bunu da şirketin
patronu bilmiyorsa o zaman yandınız demektir. Bu bilgi işlemcilerle
yapacağınız iş görüşmesi fbi ya iş görüşmesinden daha
sıkıntılı geçecek demektir. Size olmadık sorular sorarlar,
bilginiz ölçme küstahlığında bulunurlar ve artık çileden
çıkacak hale gelirsiniz. Yapılacak işle ilgili hiçbir şey
konuşulmadığını, tamamem sizin ne bildiğiniz ile ilgili
şeylerin konuşulduğunu görürsünüz. Bu durumu anladığınızda
yapılacak şey ise amerikalıların deyimiyle “f*ck you” deyip o
ortamdan uzaklaşmak olmalıdır. Çünkü böyle bir görüşmeden
size asla iş çıkmayacaktır. Hatta ben yıllar böyle bir
görüşmede o bilgi işlemcilerden “aferin sen bu işi bayağı
biliyorsun” övgüsüne bile mazhar olmuştum :) Ama yine de o işi
bana vermediler :)
Bu
konuda söylenecek çok şey var. Bu hususlarla igili yazdığım
diğer yazılarda yer yer bahsediyorum. O yazılarıda okumanızı da
tavsiye ederim. Sonrasında daha ne ilginç iş görüşmeleri olduki
hepsini bir yazıda anlatmak zor olur. Başka bir yazıda görüşmek
üzere hoşça kalın.
Durali
Kiraz
Yazılım
Geliştirici
duralikiraz.blogspot.com
19 Nisan 2014 Cumartesi
Yazılım Mutfağı – 04 Hayırlı Müşteri Nasıl Olur?
Daha önceki serimizin
yazısında kötü ve sahtekâr müşteri profilini gerçekte
yaşanmış bir tecrübeyle anlatmıştım. Yine aynı şekilde
başımdan geçen yaşanmış bir iş tecrübesini sizlerle
paylaşacağım (bende hikaye çok :) ).
Şunu düşünebilirsiniz;
parasını ödeyen müşteri en iyi müşteri diyebilirsiniz. Bu
tespit kısmen doğrudur. Bir yazılım işi yapacaksanız elbette
işin maddi boyutuyla ilgili sözleşme, önden peşinat vs.
olaylarını yapmış olacaksınız. Bunun dışında daha iyi olan
müşteri yazacağınız yazılımda size yol gösteren, beta
testlerini ince eleyip sık dokuyan, sizinle beraber yazılımı
geliştirmenin heyecanını yaşabilen bir müşteri profilinden
bahsediyorum. Ben hayatım boyunca böyle müşteri bir kere
rastladım. Diyebilirim ki, hayatımda yaptığım en güzel yazılımı
geliştirdim. Aslına bakarsanız parasal olarak da çok cüz'i bir
ücret almıştım. Benim için para birinci planda olmadığı için
işin bana zevk veren kısmıyla ilgilenirim. Hayatım boyunca
yazılım geliştirmeyi hep hobi bakış açısıyla yaptım. Ve hala
da yeni bir iş aldığımda 18 yıl önce aldığım o çocuksu
heyecanı hep yaşarım. Çok duygusal olmamdan dolayı geliştirdiğim
yazılımlarla aramda bir bağ oluşturmasına da izin veririm (Hepsi
çocuğum gibi :) ).
Yıl 2005 in son ayları.
Yeğenim Emre Yerli birgün beni telefonla aradı. Teknik destek
hizmeti verdikleri Muradiye vakfına bağlı Aksoy Koleji Çubuk
hizmet binasında bir yazılıma ihtiyaç duyulduğunu, bir iş
görüşmesi yapmam için ricada bulundu. Tahminimce bir iki gün
sonra bizat okul binasında Nevzat Hocayla tanıştık. Kendilerinin
başta öğretmenler olmak üzere çalışan personellerinin özlük
işleri, sözleşmeleri, sigorta vs personel işlemlerini yapacak bir
yazılım gereksinimlerinin olduğunu söyledi. İşin açıkçası
bunu duyunca insan kaynakları sisteminin farklı bir şeklini
geliştireceğim fikri benim gözümü korkuttu. Çünkü kuruma özel
bir yapıdan bahsediliyor ve işin analiz ve diğer ön çalışma
aşamaları da keza ayrı bir dert. Tabi ben o güne kadar Nevzat
Hocayla tanışmadığım için bütün yükün sırtıma bineceği
endişesi ile çekimser ve kararsız bir durum sergiledim. İşi
almak istemedim ilk önce, fakat bu işin kısmende olsa hayır işi
olduğu, Muradiye vakfınında yıllarca ücretsiz öğrenci okutma
gibi vasıflarından dem vurunca artık “Nalet olsun içimdeki bu
insan sevgisine :)” diyerek işi kabul ettim. İşin çerçevesini
UML dizayn mantığıyla karaladıktan sonra ben yazılımı
geliştirme sürecine başladım. Yaklaşık 3-4 ay sonra
kullanılabilir bir yazılımı Nevzat Hocanın makinesine kurdum.
Neredeyse 2 güne bir Nevzat hoca bana programla iglili düzeltmeler
konusunda rapor gönderiyordu. Benim göremediğim ne kadar eksik
varsa noktasına ve virgülüne kadar hepsini bildirdi. Bu olay iki
ay kadar daha sürdü. Sonuçta program betadan Tam sürüme
(release) haline geçmişti. Normalde başka yazılımcı olsa iki
telefondan sonra birdaha o müşterinin telefonuna bakmazdı. Üstelik
bir de parayı aldıysa tamam. Olmaz demeyin ben öyle insanları da
çok tanıdım. Yaptığı işi parayı aldıktan sonra kendine yük
olarak gören çok insan tanıdım. Nihayetinde Nevzat Hocanın beni
çok iyi ve verimli bir şekilde yönlendirmesiyle ortaya muzzam bir
yazılım çıktı. 2006 Mayısında tam sürüm kullanmaya
başladıkları yazılımla ilgili yıl 2014 olmuş daha en ufak bir
revizyon, hata yada düzeltme talebi olmadı. Delphi ve Firebird ile geliştirildi. Ve diyebilirimki bugüne
kadar yazmış olduğum en başarılı yazılımdır okul personel
yazılımı.
Şunu da belirtmekte
fayda var; Nevzat Hoca (Nevzat Kuzucu) Aksoy kolejinin Muhasebe
işleriyle igilenen bildiğim kadarıyla lise mezunu bir kişi. Fakat
çok dikkatli ve meraklı, yaptığı işi aşk ve şevk ile yapan
bir kişi. Ama maalesef üstlerindeki amirleri ( o zamanki 2006 da)
onun kadar ileri görüşlü olmadıkları için yapılmış bu
muhteşem yazılımı diğer okulların kullanımına kabul
ettiremedi.
Demem o ki, yazılımcıya
böyle ilgili ve heyecanlı müşteri lâzımdır her zaman. Bazı
yazılımcıların bu tersine de gidebilir. Çünkü insanoğlu
yaptığı işin eksiklerinin kendisine iletilmesinden aşağılandığı
fikrine kapılabileceği için, bu müşteri profilini benim gibi
idealist yazılımcılardan başkası sevmez. Ama benim için böyle
müşterinin her zaman başımın üstünde yeri vardır. Başka bir
yazıda görüşmek üzere Hoşçakalın..
Durali Kiraz
Yazılım Geliştirici
duralikiraz.blogspot.com
16 Nisan 2014 Çarşamba
Yazılım Mutfağı – 03 Kötü-Sahtekâr Müşteri Nasıl olur? Ve İyi bir işin 12 altın kuralı
Bugün yazılım
piyasasında ve diğer ticari alanlarda da başa bela olan bir konuyu
kaleme almayı istedim. Kötü Müşteri!. Özellikle yazılım
emekçiliğinin gerçekten Türkiyede tam karşılığını
bulamadığını maalesef söylemek zorundayız. Üstüne üstün
birde sahtekar bir müşteriyle karşılaşırsanız vah ki ne vah!.
Tabi burada bir iş koşullarının tam nasıl olacağı
derinlemesine incelemek bu yazının hedefi değildir. Sahtekar ve
dolandırıcı bir insanın profili hakkında yaşanılan gerçek bir
olay baz alınarak bilgi verilmeye çalışılacaktır.
Yıl 2000. Beraber
çalıştığım iş arkadaşlarımdan birisi bana bir yazılım işi
var yaparmısın dedi. Bende işle ilgili biraz detay istedim. İş
xxxx fabrikalarında kullanılmak üzere sendika tarafından
uygulanacak bir yardım sandığı programı. Arkadaşım seni benim
dükkanın yan komşusu bir esnaf, seni onunla tanıştırıyım.
Artık aranızda konuşur anlaşırsınız dedi. Atladık arabaya
gittik bir işhanın içine girdik. Bir bilgisayar firmasının
ofisine giriş yaptık. Ofis çok lüks. Girişte duvardaki sertifika
ve diplomalar gözüme çarptı. Bütün duvarı kaplayan MSCE, Sun
Microsystem, Cisco vs. her türlü sertifika diploma var. Zannedersen
MIT den de bir diploma olacaktı :) Başım bu ihtişamla dönmüş
bir vaziyette iken nihayet bu bilgisayar firması “CEO” larıyla
tanışma fırsatına nail olmuştuk. Baktım, elemanlar 20 yaşın
altında gösteriyor. Minyon tipli olmak bu olsa gerek. Yoksa 20
yaşın altında kişilerin bu kadar sertifikaları almaya ve
Üniversite bitirmeye vakti yetmez. Elemanların üzerindeki takım
elbise, gömlek durumuna bakıyorum pahalı giysiler. Sizin
anlayacağınız semerleri altından. Kapının önündeki
arabalarına bakıyorum 50 milyarlık araba. Nihayet tanışma faslı
vs. konuşmaya başladık. Ne söylersem olumlu cevaplar alıyorm.
Üstelik diksiyonları düzgün karşısındaki insanı hiç
kırmıyorlar (belini incitmeden..). En önemli nokta ağzı müthiş
lâf yapıyor elemanın. Sağolsun fiyat konusunda da beni hiç
ikiletmediler. Ne söylediysem “para bizim için sorun değil
Durali bey, siz rahat olun” dediler. Birden içim ısınıverdi
kendilerine :) Öyle sözleşme gibi formatilerle de uğraşmaya
vakti yok adamların. Ben prensip olarak önden 150 dolar almam
gerektiğini belirttim. Buna olumlu yaklaştılar. Şu an bankaya
gidemeyecekleri için “sonra bir ara” parayı göndereceklerini,
böyle ufak tefek miktarların onlar için çerez parası kabilinden
laflar ettiler. Bunların ofisinden çıktıktan sonra arkadaşıma
sordum, sen bu adamları tanırmısın diye? O da bana “şu ana
kadar herhangi bir yamuk durumlarını görmedim” dedi. O da benim
etkilendiğim unsurlardan bahsetti. Adamlar pahalı arabalara
biniyorlar, kalite giyiniyor, lüks lokantalarda takılıyor vs.
Ben hemen yazılımla
ilgili çalışmalara başladım. Yazılım çok büyük bir iş
değildi zaten. Be on gün içinde akış şeması, veritabanı
dizaynı, formül hesaplamaları, ekran tasarımları derken işin
%90 nını bitirme durumuna geldim. Ancak hala “ön ödeme” olan
150 dolardan haber yok. Elemanları aradım “tamam hemen
gönderiyoruz, sen hele bir yazılımı gönder, o işler kolay bizim
için” dedi. Ben ne olur ne olmaz vaziyetinde düşünerek programı
kısıtlı ve 30 günlük demo şeklinde derleyip bunlara gönderdim.
Programı çok beğenmişler. Ancak bizim 150 dolar halâ gelmedi!.
Bir daha telefon ettim, bu sefer uslubum biraz daha sertleşti. Yine
aynı cevap “Tamam abi hemen gönderiyoruz, bir aksilik çıktı da
ondan gönderemedik”. Bendeki kıllanma yüzdeki yükselmeye
başladı iyice. Bir gün sonra yine aradım. Bana “Abi sen bunları
dert etme. Programın tam halini gönder paranı da hemen
gönderiyoruz” Uyanığa bak sen !. Artık sonraki gün açtım
ağzımı yumdum gözümü. Bunların şerefi kaldı ne haysiyeti.
İşin ilginci adamların yüzüne tükürüyorum, nisan yağmuru
yağıyor modunda takılıyorlar. O kadar lafı biri bana söylese
herhalde o adamı gider olduğu yerde kör bıçakla keser gelirim :)
Bu olaydan sonra da
hayatımın sonraki kısımlarında da dolandırıcı tiplerle
karşılaşmam oldu. Yani bunların o kadar çok sürümleri varki,
hepsini anlatmak için roman yazmak lâzım. Neyse onlarıda başka
bir yazıda ele alırım. Nihayetinde bu tip bir sahtekâr müşteri
ile karşılaşmıştım. Allahtan programı tam sürüm vermedim de
oradan kendime teselli buluyorum:) Siz siz olun,
- Sözleşme yapmadan asla işe başlamayın.
- Babanızın oğlu bile olsa sözleşme yapın.
- Karşınızdaki insanın ağzı çok iyi lâf yapıyorsa ve herşeye tamam diyorsa kıllanmaya başlasanız iyi olur.
- Paranızın tamamını almadan asla işin tamamını teslim etmeyin. Gerekirse bilinçli olarak eksik bırakın, bu sizin hakkınızı güvenceye almanın yoludur.
- İşe başlamadan Yazılım tutarının en az %30 unu alıp öyle işe başlayın. İşler ters giderse bile bu size en azında teselli olur.
- Karşılıklı sözleşme yapmanın Allah'ın bir emri olduğunu da unutmayın.
- İş yapmanız karşılığında rüşvet istenmesi yada teklif edilmesi durumunda o işten uzak durmaya bakın. Parayı kazansanız bile ileri o paranın hayrını göremeyeceğiniz kesindir. Hatta kat kat fazlası sizden yada çoluk çocuğunuzdan yada eşinizden, sağlığınızdan ve en iyi ihtimalle mal varlığınızdan fazlasıyla çıkacaktır. Benim tanıdığım Allah'ın çalışma şekli bu!
- İş yapacağınız kişiyle ilgili çevresinde yada çevrenizde kısa bir soruşturma yapın. Sözleşmeniz olsa bile adam sahtekârsa yıllar boyu mahkemelerde uğraşmanız gerekir.
- Bedeli ödenmezse (Derlenmiş bir yazılımdan ayrı bir bedel) kesinlikle kaynak kodunu vermeyin. Bunu istemek müşterinin hakkıdır ve doğrudur, fakat bedeli ödenmeli.
- İş anlaşmanıza beklenmeyen aksiliklerin olabileceğini, bunlarda müşterinin panik yapmamasını, yazılım arızalarının normal bir durum olduğu konusunda gerekli ve yeterli uyarı yapınız. Uyarınki sonra “ya sen kötü programmı yazıyorsun” olayına muhatap olmayın.
- Genelde müşter sizi gaza getirmek için “sen bu programı bana ucuza yaz, daha sonra çok satarsın bunu” şeklindeki boş lâfa asla kanmayın. Bu güne kadar müşterilerimin %98' i bana bu lâfı söylemiştir. Yazdığım 40 a yakın proje içinden bir ikisi bu söylenene uymuştur. O yüzden bunlara inanmayın. Her yazılımı sadece bir tane satacakmış gibi çalışın ve parasını ona göre belirleyin.
- İyi niyetli olun ve Allah'a güvenin. Nasibiniz ne ise onu mutlaka yersiniz. Nasibiniz olanı yemedikçe bu dünyadan göçüp gitmezsiniz.
Sonra iyi müşteri
nasıl olur onunda yazısını yazarım. Bir sonraki yazıda görüşmek
üzere Hoşça kalın.
Durali Kiraz
Yazılım Geliştirici
duralikiraz.blogspot.com
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)